29 Kasım 2018 Perşembe

12 ülkeden 60 savaş gemisi Akdeniz'de!

 DoÄŸu Akdeniz ile ilgili görsel sonucuDoğalgaz sebebiyle son aylarda ciddi hareketliliğin gözlendiği Akdeniz’de şu an 60 civarında savaş gemisi bulunuyor. Aralarında NATO ve Türkiye’nin de yer aldığı 12 ülke Akdeniz’deki olayları deniz güçleriyle yakından takip ediyor.

https://www.aydinlik.com.tr/12-ulkeden-60-savas-gemisi-akdeniz-de-dunya-kasim-2018-1

Balinaların sessiz çığlığı

   Fin balina.  Kredi: NOAAMavi balinalar gizemli bir şekilde  daha düşük perdeden yavaş şarkı söylüyorlar 



Bu kayıtlar, insan kulaklarının duyması için yaklaşık 10 kez hızlandırılmış.



 Bu videoda, 2002 ve 2017 yıllarında kaydedilen iki Antarktika mavi balina 'Z çağrısını' dinleyin. İkinci çağrıdaki adım düşüşüne dikkat edin deniyor. 
Dünyanın dört bir yanındaki mavi balinalar biraz düz bir şekilde şarkı söylüyorlar ve bilim adamları şimdi nedenleri konusunda 
 araştırma içindeler.
Araştırmacılara göre  iklimin negatif değişikliği nedeniyle  daha düz ses olabilir.
Mavi balinalar gizemli bir şekilde  daha düşük perdeden yavaş şarkı söylüyorlar 
 https://news.agu.org/press-release/whale-songs-changing-pitch-may-be-response-to-population-climate-changes/

TASAM | Değerleriyle Barışık Sorumluluğunun Şuururunda Üreten Bir Ge...

Doğu Akdeniz ile ilgili görsel sonucu


Alan :Bölgeler
 
Yayın Tarihi :


Giriş

Doğu Akdeniz 2008 de enerji kaynaklarının keşfi ile geçen on yıldan bu yana uluslararası alanda tam bir barut fıçısı haline geldi. Bölge ülkeleri mevcut kaynaklarının çıkarılması ve dağıtılması yönünden tamamen yetersiz olduklarından uluslararası petrol şirketlerinin elinde oyuncak olmuş durumdalar. Bu şirketlerin arkasında küresel sermaye (Finans Kapital Sistem) ve onun kullandığı hükümetler var ( ABD, İngiltere, Hollanda, Norveç, İsrail vb.). Bu konuda KKTC’ye ait münhasır ekonomik bölge Türkiye’nin ulusal çıkarlarını yakından etkilemektedir. 27 Kasım 2018’de haberlere yansıyan Doğu Akdeniz doğal gaz boru hattı anlaşması ( İsrail-İtalya- Güney Kıbrıs-Yunanistan) yeni bir kriz habercisidir. Çünkü bölgenin deniz alanları henüz anlaşmalarla tespit edilip resmîleştirilmiş değil. Bu bağlamda; KKTC -  Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasındaki egemenlik alanlarının belirsizliği, Gazze’nin boşlukta kalan statüsü, Suriye kara suları ve deniz alanlarının belirsizliği, Girit’in önemli bir parçası ve etrafındaki Türkiye’ye ait adaların statüsü gibi sorunlar çatışma riski doğurmaktadır.    DoÄŸu Akdeniz ile ilgili görsel sonucu                   Bölge ülkelerinin tarihsel geçmişlerindeki birbirlerine olan güvensizlik ve düşmanlıkların halen devam etmesi, küresel güçlerin acımasız ve kar hırsına dayalı politikaları bu kaynakların barış içinde paylaşımına izin vermemektedir.  Ve izin vereceğe de benzememektedir. Bu bağlamda gittikçe artan bir olasılıkla bölgede çatışma yaşanması beklenmelidir. Bu çatışma hiç şüphesiz ağırlıklı olarak deniz de meydana gelecektir. Bu nedenle öncelikle Türkiye’nin daha güçlü bir donanmaya olan ihtiyacı açıktır. Türkiye sadece KKTC’nin egemenlik ve ekonomik haklarını değil, aynı zamanda Girit’e kadar uzanan Ege’deki tüm egemenlik haklarının da savunulması, geri alınması ve idamesi için güçlü bir donanmaya sahip olmak zorundadır. Fırat’ın doğusunun ve güney sınırlarının savunulması ve korunması Akdeniz’den başlamaktadır. Ortadoğu’ya tarih boyunca gelen tüm yabancı güçler Doğu Akdeniz’deki Akka (Hayfa), Tartus, İskenderiye limanlarından Ortadoğu’ya ayak basmışlardır. Aynı Hayfa’nın bugün küresel sermaye tarafından bölgenin Rotterdam’ı yapılması planlanmaktadır. DoÄŸu Akdeniz ile ilgili görsel sonucu
ABD’nin Yeni Ortadoğu Stratejisi ve Türkiye
ABD, Irak’ı işgal edip Saddam’ı devirmesine rağmen kalıcı ve sürdürülebilir bir stratejik sonuç elde edememiştir. Tersine hem bölgedeki karmaşa artmış hem de İran’ın çok yönlü nüfuz alanı genişlemiştir. Bu yeni durum nedeniyle 2011’de Suriye’nin parçalanmasına ve ABD liderliğinde İsrail’i koruyacak tampon bir bölge oluşturulmasına karar verilmiştir. Bu bölge Kürtlerle işbirliği yapılarak kurulacaktır. Çünkü ABD’nin buraya gönderecek askeri gücü sınırlıdır ve Amerikan kamuoyunun ikna edilmesi zordur. Ayrıca ABD’nin müttefiklerinin de bu projeyi destekleme şansı hemen hemen yok gibidir. Sadece son bir yıldan bu yana Fransa ve İngiltere kendi ulusal çıkarlarına uygun olarak bu projeye katılmaya istekli bir tavır içindeler. Diğer taraftan bölgedeki Arap ülkeleri 1970’li yıllardan beri ABD’nin sömürgesi durumundadır. Bu ülkelerin bağımsız siyasi, askeri hatta ideolojik bir sinerji yaratmasına izin verilmemiştir. Çok sayıdaki Arap ülkesinin ABD’nin bölgedeki plan ve stratejilerini destekleme ve katkı yapma kabiliyeti hemen hemen yok gibidir. Onlardan tek beklenen İran karşıtı politikalara devam edilmesi ( özellikle Suudi Arabistan), İsrail’e karşı en azından yansız kalınması, Amerikan askeri endüstrisinin ürettiği malları satın almaları, petrolü Amerikan doları dışında bir para ile satmamaları ve ABD’nin istediği ülke ve kurumlara talep edilen para yardımının yapılmasıdır.   ABD, Ortadoğu’da Kürtleri tercih ederek tarihsel bir hata yapmıştır. Oysa Türkiye ile işbirliği içinde daha barışçı bir İran, Irak, Suriye yaratılabilirdi. Bunun tek nedeni kadim İsrail – İran çatışmasıdır. Kendisi de bir din devleti olan İsrail, siyasi ve güvenlik yönüyle, halen bir din devleti olan İran’ı bir numaralı tehdit olarak kabul etmektedir. Ekonomik yönden ise Doğu Akdeniz şeridindeki kaynakların kontrolüne kimseyi ortak etmek istememektedir. Üçüncüsü tarihsel, dinsel ve ideolojik açıdan Filistin sorununun çözümünü kabul etmemektedir. Özetle İsrail, gerek ABD politikalarını yönlendirmedeki başarısı, gerekse bölgenin tek nükleer silaha sahip olmanın verdiği güvenle anahtar ülke konumundadır. Ancak İsrail’in yetersiz nüfus gücü en büyük sorunu teşkil etmektedir. 70 yılda ülkeyi dünya Yahudileri için bir cazibe merkezi yapamamışlardır. Ortodoks Rus Yahudilerini ülkeye yerleştirme çabaları devam etmektedir. İsrail’in bölgede gerçek anlamda işbirliği yapabileceği tek devlet Türkiye’dir. Ortak kültür ve tarihi geçmiş bunu dikte etmektedir. İsrail’in Kudüs ve vaat edilmiş toprakları ele geçirme ütopyası da varlığını sürdürmektedir. Mevcut politikası değişmediği sürece, bugünkü İsrail toprakları içindeki her Filistin yerleşim yerinin potansiyel bir çatışma alanı olduğunun unutulmaması gerekmektedir. Bölgedeki barışın tek formülü İran- İsrail – Suudi Arabistan barış üçgeninin kurulmasıdır. Son 30 yılda yaşanan onlarca savaş ve krizlere rağmen bunun neden hala sağlanamadığını sorgulamalıyız.  Acaba, bölge ülkelerinin dışında, küresel sermaye ve çok uluslu şirketlerin çıkarlarının mevcut karmaşadan yana olduğunu söyleyebilir miyiz? Ki durum öyle görünüyor. Bu durumda Türkiye için güçlü, kararlı, hazırlıklı olmaktan başka çare yok. 
Türk Deniz Kuvvetleri Nasıl Oluştu?
Bugünkü teşkilatı ile Türk Deniz Kuvvetleri 1957 yılında kuruldu. 1923-1957 arasında Genelkurmay Başkanlığına bağlı bir şube konumunda idi. Osmanlıdan kalan bahriye anlayışı ve teşkilatlanması bu dönemde de devam etti. Osmanlı devletinin önce denizlerde yenildiğini, daha sonra çöktüğünü fazla irdelemedik. Atatürk hariç, diğer sivil ve askeri yöneticiler denizlerdeki uzun vadeli jeopolitik ve jeostratejik ülke çıkarlarını fark edemediler. Çünkü konuya ilişkin yeterli uzman ve personelimiz yoktu. Özellikle Ege’deki çıkarlarımızla ilgili Yunanistan’ı takip etmek zorunda kaldık. 1936’da Yunanistan karasularını 3 milden 6 mile çıkardığında bizde fazla düşünmeden çıkardık. İtiraz etmedik. Atatürk’ün 1930’larda oluşturduğu Türk donanması, Akdeniz’deki en kuvvetli deniz güçlerinden biri haline gelmişti. Cumhuriyet 7 yıl içinde bunu başarmıştı. Atatürk’ün vakitsiz ölümü ve arkadan gelen İkinci Dünya Savaşı nedeniyle Türk donanması yaklaşık on yılı aşkın bir süre statik bir durumda kaldı. Fazla bir ilerleme olmadı. 1947 Paris Antlaşmasıyla Yunanistan’a verilen On İki Adalara itiraz etmedik. Oysa bu adalar İtalyan işgalindeydi ve bize aitti. 1952’de NATO üyesi olan Türkiye, ABD’den hibe ve ucuza alınan gemiler nedeniyle, ABD’nin lojistik bağımlığına girdi. Ancak NATO üyeliği, teknolojik ve bilimsel temelde Türk donanmasının modernleşmesine büyük katkı sağladı. 1969’da ilk güdümlü mermi atan gemilere kavuştuk. Bu teknolojiyi Norveç’ten aldık. Ancak Türkiye’nin iklim kuşağında ısı farkına duyarlı güdüm ile çalışan bu sistem fazla işe yaramadı. 1974’deki Kıbrıs Barış Harekâtı başladığında Türk donanması, birinde benim de görev aldığım sadece 4 adet güdümlü mermi atan gemiye sahipti. 1974 sonrası ABD silah ambargosuna maruz kaldık. Ancak bu ambargo, Türkiye’yi kimseye güvenmemesi ve kendi ayakları üstünde durması yönünde önemli ölçüde cesaretlendirdi. Milli savunma sanayimizi geliştirme kararı bu dönemde alındı ve hala başarı ile devam ediyor. Artık kendi komuta kontrol sistemlerinin yazılımını yapan, denizaltı, firkateyn, korvet ve hücumbot yapabilen bir donanmaya sahibiz. Türk donanmasının tarihinde ilk kez oluşturduğu açık deniz görev filosu iki ay  (Mayıs- Haziran 2010) boyunca Akdeniz ve Adriyatik’te görev yaptı.  Doğal olarak güçlü Türk donanması,  ABD, Avrupa, Rusya ve Yunanistan’ı büyük ölçüde rahatsız etti. Dost ve müttefiklerinin bile hedefi haline geldi. ABD dış siyasetinde oldukça etkili olan Stratfor adlı düşünce kuruluşunun başkanı George Friedman şöyle yazdı: Global güç dengesi için deniz gücü dengesi şarttır. Çünkü deniz gücü her yere limitsizce ulaşabiliyor, güç nakledebiliyor. ABD’nin dünya askeri güç liderliği rakipsiz deniz gücünden kaynaklanıyor. Bu nedenle, dünyanın herhangi bir yerinde bölgesel bir deniz gücünün gelişme ve güçlenmesi ABD için tehdittir.  ABD, ülke içindeki askeri endüstri ve finans kapital sistemin dayatması ile Avrupa’yı da suiistimal ederek, Ukrayna’da kriz yarattı. Böylece yeni bir Soğuk Savaş dönemini başlattı. Artık Rusya da dâhil bölgedeki herkesin silahlanması gerekiyor. Rusya’nın Karadeniz ve Akdeniz’den izole edilmesi ABD için öncelik kazanmış durumda. ABD’nin yeni stratejisi Karadeniz, Kafkaslar, İran, Basra Körfezi, Arap Yarımadası ve Doğu Akdeniz’i bir bütün olarak ele almaktadır. Bu bağlamda Doğu Akdeniz, Avrupa’yı Rusya’nın enerji bağımlılığından kurtaracak enerji kaynakları nedeniyle,  bu bölgenin kalpgahı durumundadır. Bu büyük coğrafyadaki mücadelenin kesin sonucunu deniz gücü tayin edecektir. Bu nedenle İngiltere donanması 1971’de çekildiği Basra Körfezine 43 yıl sonra geri dönmüştür.   
Türkiye ’siz ABD ve Avrupa Mümkün mü?
ABD’nin ve NATO’nun resmi belgelerinde Rusya bir numaralı tehdit olarak yer almaktadır. İlan edilmese bile 2008’de kıvılcımları çıkan Soğuk Savaş, 2014’de Kırım’ın ilhakıyla resmen başlamıştır. AB’den ayrılan İngiltere Genel Kurmay Başkanı da Rusya’yı IŞİD’den daha tehlikeli olarak nitelemiştir. [1] Ayrılma sonrası İngiltere’nin ABD ile daha sıkı işbirliği yapacağı beklenmelidir. Türkiye’nin yardım, destek ve katkısı olmaksızın Rusya’ya karşı bir strateji izlenemez. 25 Ekim’de Baltık’ta yapılan geniş çaplı NATO tatbikatı Rusya’yı oldukça tedirgin etmiştir. Ancak Karadeniz üzerinden Rusya’ya güç tatbik etmedikçe sonuç alınması mümkün değildir. Bu da tamamen Türkiye’ye bağlıdır. Bu bağlamda ABD Ortadoğu’da İsrail’in ve küresel sermayenin yönlendirdiği yanlış politikalardan vazgeçmelidir. Türkiye ise öncelikle askeri yönden güçlü olmak zorundadır. Askeri gücün öne çıkan kısmı her zaman olduğu gibi deniz kuvvetidir. Osmanlı Devleti deniz gücü sayesinde yükseldi, deniz gücü sayesinde gerilemesi ve batması 150 yıl sürdü. Ve Müttefik deniz gücü tarafından çökertildi. Deniz kuvvetlerimizi çetin görevler bekliyor. Ancak ne kadar gemi yaparsak yapalım insan kaynaklarını da unutmamamız gerekiyor. Özellikle deniz gücü özel çekirdekten yetiştirilmiş personel gerektirir. Bu bağlamda en eski askeri mektebimiz olan Deniz Lisesi (Şehzadeler Mektebi)  süratle açılmalıdır. Türkiye’nin stratejik önemi de, ulusal çıkarlarının korunması da Türk donanmasının ne kadar güçlü olacağına bağlıdır. Türk donanması Karadeniz, Ege ve Doğu Akdeniz’de aynı anda savaşmaya mecbur kalabilir. Bu nedenle Türk donanmasının, tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar güçlü olması gerekmektedir.
TASAM | Değerleriyle Barışık Sorumluluğunun Şuururunda Üreten Bir Ge...

10 Kasım 2018 Cumartesi

Anıtkabir'in Mimari Özellikleri ve Anıtkabir Müzesi Hakkında Bilgiler | D&R

ANITKABİR’İN MİMARİ ÖZELLİKLERİ

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının ardından onun Türk devletine bıraktığı mirasa yaraşır bir anıt mezar yapılması konusu gündeme geldi. Söz konusu mezarın aynı zamanda şanlı Türk tarihinin de portresini çizmesi gereken bir mekan olarak tasarlanması gerekiyordu. Bunun nasıl bir yer olması gerektiği düşüncesi, Anıtkabir’in inşası için düzenlenen bir mimari yarışmayı da beraberinde getirdi.
Önceden Atatürk tarafından bir anıt yeri olarak belirlenen Rasattepe’ye yapılması konusunda hemfikir olunduktan sonra 1941 yılında açılan bir yarışma ile Atatürk’e yaraşır bir yapının arayışına girildi. Sadece mimari özelliklerin değil, ulu önderin görüşlerinin de ön plana çıkacağı bir tasarım amaçlanıyordu. Türkiye, Almanya, İtalya, Avusturya, İsviçre, Fransa ve Çekoslovakya’dan toplam 49 projenin katıldığı yarışmanın kazananı ise Prof. Emin Onat ile Doç. Orhan Arda'nın “25” numaralı projesi oldu. 9 Ekim 1944 tarihinde görkemli bir temel atma töreni ile başlayan inşaat süreci dokuz yılda tamamlandı. Bu esnada Etnografya Müzesi’nde tutulan Atatürk’ün naaşı, 1953 yılının 10 Kasım tarihinde, yani Atatürk’ün ölümünün 15’inci yıldönünümünde Anıtkabir’e taşındı.

Mimari yapı olarak Anıtkabir

Mimari açıdan değerlendirildiğinde Anıtkabir’in anıtsal yönünün ağır bastığı, simetrinin önemli olduğu, kesme taş malzemenin ağırlıklı olarak kullanıldığı söylenebilir. Diğer yandan Selçuklu taş işçiliği motifleri ve Osmanlı dönemine ait ögelerin göze çarptığı yapı, 750 bin metrekarelik bir alanı kaplıyor. Semra Atasoy tarafından kaleme alınan Ödevimiz Anıtkabir ise çocuklar düşünülerek hazırlanmış bir kurguya sahip: Ödevleri için Anıtkabir’e giren dört arkadaşın hikayesini anlatırken yapıya dair mimari ve tarihi bilgileri de öğretiyor.
Barış Parkı ve Anıt Bloku olarak iki kısma yayılan Anıtkabir’in içinde ayrıca geniş bir kaynak birikimine sahip Atatürk ve Türk Devrimi Kütüphanesi; Atatürk, Milli Mücadele ve Anıtkabir konulu belgesel filmlerin de gösterildiği Sanat Galerisi; İsmet İnönü Lahti gibi yapılar da bulunuyor.
Anıtkabir’in en ilgi çekici bölümlerinin başında ise şüphesiz Aslanlı Yol geliyor. Atatürk’ün huzuruna çıkmadan evvel tasarlanan 262 metre uzunluğundaki yolun iki yanında, oturmuş pozisyonda 24 aslan heykeli bulunuyor. Ulu önderin Türk ve Anadolu tarihine verdiği önem sebebiyle, Anadolu’da uygarlık kuran en eski ve kadim milletlerden Hititlerin sanat üslubu ile yapılan bu aslan heykelleri kuvvet ve sükuneti temsil ediyor ve ülkenin en kıymetli heykeltıraşlarından biri olan Hüseyin Anka Özkan’ın imzasını taşıyor. Yol boyunca 24 aslan heykelinin olması da 24 Oğuz boyunu temsil ediyor. Traverten taşları ile döşeli yolun sonunda Türk bayrağı ve Çankaya görünüyor.
Anıtkabir Müzesi de yine yapı içinde dikkat çeken bölümlerden. Burada Atatürk’ün kullandığı eşyalar ve kendisine hediye edilen armağanlar ve giysileri sergileniyor. Müzede ayrıca Atatürk’ün madalya ve nişanları ile manevi evlatlarından A. Afet İnan, Rukiye Erkin, Sabiha Gökçen tarafından müzeye armağan edilen Atatürk’e ait hususi eşyalar da yer alıyor.

Anıtkabir hakkında bilgiler

Toplamda 150 bin ton ağırlığında olan Anıtkabir heykellerinden süslemelerine, kulelerinden kabartmalarına pek çok ilginç özelliğe sahip olan Anıtkabir’e ilk olarak 26 basamaklı görkemli bir merdivenden çıkılıyor. Bu 26 basamak, Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’ün ordularının Dumlupınar ve Kocatepe’deki uzun muharebelerin ardından artık ülkenin büyük kısmını kontrol altına aldıkları, yani üstünlüğün işgal kuvvetlerinden Türklere geçtiği bir dönüm noktası olan 26 Ağustos 1922 tarihini temsil ediyor. Merdivenlerin tepesinde her iki yanda bulunan heykel gruplarında solda erkek, sağda kadın heykeller bulunuyor. Bir asker, bir köylü ve bir öğrenciden oluşan erkek grubu savunma, üretim ve eğitimi simgelerken iki kadın Türkiye’nin bereketli topraklarını simgeleyen bir başak çelengini tutuyor. Soldaki kadın sağ elindeki kabı göğe doğru tutarak Atatürk için Tanrı’dan rahmet dilerken ortada duran üçüncü kadın ise eliyle yüzünü kapatmış ve sessizce ağlıyor. Bu ise ulusun Atatürk’ün ölümünden duyduğu acıyı ifade ediyor.
İçerideki holün en uzak ucunda Atatürk’ün büyük mermer lahdi, kocaman bir pencere ile çerçevelenmiş olarak duruyor. Lahit Adana yakınlarındaki Osmaniye’den getirilmiş 40 ton ağırlığında yekpare bir kırmızı mermer bloktan oluşuyor ve Atatürk’ün naaşı aslında lahdin hemen altında yer alan kümbet benzeri sekizgen mezar odada bulunuyor. Bu mermer kütle ise Atatürk’ün bedeninin bir simgesi aslında. Zeminin altındaki asıl mezarda Atatürk’ün naaşının üstünü örten mütevazı bir mermer levha ve levhanın etrafında 81’i Türkiye’nin vilayetlerinden, ikisi de Türkiye dışından gelen toprakla dolu olan toplam 83 pirinç vazo bulunuyor. Böylece Atatürk vatan toprağıyla sarmalanıyor. Anıtkabir’e dair ilginç bilgileri içeren ve yapının sembolik etkileşimlerine de değinen Anıtkabir’in Şifresi kitabı bu açıdan oldukça kıymetli bir araştırmanın ürünü.
Tüm bu bilgiler ışığında Anıtkabir’i görmek isteyenlerin bilmesi gereken bir diğer önemli şey ise; Anıtkabir ziyaret saatleri üç döneme göre farklılık gösteriyor. Mekan 1 Şubat ve 14 Mayıs tarihleri arasında saat 09.00 ile 16.30, 15 Mayıs ve 31 Ekim tarihleri arasında 09.00 ile 17.00, 01 Kasım ve 31 Ocak tarih aralığında ise 09.00 ile 16.00 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor.
Anıtkabir'in Mimari Özellikleri ve Anıtkabir Müzesi Hakkında Bilgiler | D&R



























N.C.

8 Ekim 2018 Pazartesi

08102016-3.pdf

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından 06.09.2018 tarih ve 8046 sayılı Kurul Kararı kapsamında; lisans sahibi olmayan kişilerin, piyasa faaliyetine konu etmemek kaydıyla, lisans almaya gerek olmaksızın, kendi işletme, faaliyet veya tesislerinde veya hizmet verdikleri kişilerin işletme, faaliyet veya tesislerinde ihtiyaç duyulan LPG'yi ithal edilebilmelerine olanak sağlandığı belirtildi. 08102016-3.pdf